ÜÇÜNCÜ BÖLÜM
Don Kişot'un silâh kuşanma töreni
Mutbakta oturan katırcılar Don Kişot'a hayretle bakıyorlar ve alçak sesle aralarında konuşuyorlardı.
Bir tanesi, kahramanımızın su katılmamış bir baron olduğunu iddia etmekteydi. Bir başkası onun tımarhane kaçkını deli olduğunu söylüyordu. Bir üçüncüsüne göre bu adam Karun gibi zengindi. Don Kişot onlara aldırış etmiyor ve ısmarladığı hafif yemeği yiyordu, işini bitirir bitirmez sofradan kalktı, hancıya arkasından gelmesini rica etti ve onu ahıra götürdü. Orada adamın önünde diz çöktü ve şöyle yalvardı.
— Sayın Derebeyi Vali! Sizden istediğim bir yüksek lütfü benden esirgerseniz ayağa kalkamayacağım.
Kendinin bir derebeyi sayılmasına hayret eden ve asilzadenin samanlar içinde diz üstü çöktüğünü gören hancı ne cevap vereceğini bilemiyordu.
— Ne dediniz?.. Bir lütuf mu?
Don Kişot heyecandan titreyen bir sesle:
— Evet efendimiz, dedi, yakında bütün dünya hayretler içinde kalarak benim zaferlerimi anlatmağa başladığı zaman size de, bana da şeref verecek bir lütuf. Yalvarıyorum size, benden bu lütfü esirgemeyeceğinizi vadediniz.
— Elimde olan bir şeyse mösyö, hele siz ayağa kalkın da...
Asilzade istifini bozmadan cevap verdi:
— Hiçbir zaman. Sizin çok asîl bir sülâleden olduğunuzu biliyorum Efendimiz. Size baş vuruşumun sebebi budur. Sizin yüksek kalbinizden istediğim lütuf, yarın ortalık ağırır ağırmaz bana silâh kuşatmanız ve bu gece kalenizin kilisesinde nöbet tutmama izin vermenizdir. Böylece lütfedeceğiniz silâhlan mübarek elinizden almaya hazırlanacağım; sonra da maceralara karşı yürüyerek, şövalyelik kanunları gereğince bedbahtları korumağa, alçakların cezalarını vermeğe muvaffak olacağım.
Hancı çok yaşamış bir adamdı. Hayatında çeşit çeşit insanlara rastlamıştı; kendine bir zararı dokunmadıkça gülüp eğlenmeyi severdi. Don Kisot’a, şöyle cevap verdi:
— Şövalye Hazretleri! Buradan daha iyi bir kapı çalamazdınız. Ben de gençliğimin bir kısmını ispanyanın dört köşesinde macera aramakla geçirmiş bir insanım. Eğer şimdi bu ücra yerlere çekilmiş bulunuyorsam sebebi şudur ki, ben başını alıp gurbet yollarına düşmüş şövalyeleri severim ve şatomda onlara kucağımı açmaktan çok zevk duyarım. Bunun için size bir hizmette bulunmak beni pek sevindirecektir.
Hancı bundan başka şatonun kilisesi olmadığını da söyledi. Kahramanımız:
— Nasıl burada bir ibadet yeri yok mu? diye sordu. Adam cevap verdi:
— Yok. Daha büyüğünü yaptırmak için kiliseyi yıktırdım. Bilirsiniz ki şövalyelerin geleneğine göre gece nöbeti şatonun avlusunda da tutulabilir. Gök kubbesi bir kilise tavanından farklı mıdır?
Don Kişot rahatlayarak:
— Hakkınız var, dedi.
Hancı:
— Yarın sabah tan yeri atarken töreni tamamlarız. Siz de benim gibi şövalye olursunuz. Bana inanın.
Adam şunu sormayı da ihmal etmedi:
— Üstünüzde para var mı? Varsa bana emanet bırakmalısınız.
— Yok. Bildiğime göre gezici şövalyelerin parası olmaz.
— Yanılıyorsunuz Senyör. Gezici şövalyeler yolda değiştirmek için çamaşır, yaralarına sürmek için merhem almadan ve silme olarak keselerini doldurmadan yola çıkmazlar. Bir savaştan çıktıkları zaman yaralarını saracak usta cerrahları her zaman nerede bulacaklar?
Sonra sanırım ki bu şerefli insanlar, bu saydığım şeyleri güzel ve sağlam bir val